Türkiye Baroları Hayvan Hakları Kurultayı – Gaziantep, 22 Kasım 2014
Burak Özgüner, kurultaydan izlenim ve değerlendirmelerini kendi facebook hesabında paylaştı.

Geçtiğimiz Cumartesi günü, dördüncüsü düzenlenen ve Gaziantep Barosu ev sahipliğinde gerçekleştirilen Türkiye Baroları Hayvan Hakları Kurultayı’nda idim. Nazik davetleri için Gaziantep Barosu Başkanı Av. Bektaş Şarklı nezdinde Baro Yönetim Kurulu’na ve Baro’nun Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı Av. Naile Uzun ve kurultay boyunca moderasyonu tek başına büyük bir ustalıkla götüren Av. Veysel Görücü’ye ve kurultay için emek veren tüm baro mensuplarına teşekkür ediyorum.
Gaziantep Barosu ile, Diyarbakır’da katledilen leopar davası için vermekte olduğumuz hukuk mücadelesi sürecinde olan tanışıklığımız bu kurultay ile daha da perçinlenmiş oldu; leopar katli davasında, nesli tükenmiş olan bir yaban hayvanı için tüm imkânlarını seferber eden Baro yönetimi, bu kez de kusursuz bir kurultaya ev sahipliği yaptı.
Katıldığımız her kurultay, Türkiye’de hayvan hakları hareketi ve mücadelesinde çıtanın daha da yükseldiğini gösteriyor; özne hayvan ya da insan olsun, Türkiye’de sürekli artış gösteren şiddet ortamında ve yaşadığımız cinnet toplumunda, verilen hukuk mücadeleleri her ne kadar sonuçsuz ve yetersiz kalsa da, hayvan hakları için mücadele veren hukukçulara ve bana az da olsa umut veriyor.
“Hayvanlara Adalet Borçluyuz” sloganı ile yola çıkılan Türkiye Baroları IV. Hayvan Hakları Kurultayı’nda, kurultaya ev sahipliği yapan Gaziantep Barosu’nun Başkanı Av. Bektaş Şarklı’nın açılış konuşmasında, “İnsanın; doğanın ve hayvanlar üzerinde doymak bilmeyen vahşi kapitalizmi neticesinde dünya, hayvanlar için yaşanamayacak bir dünya haline gelmiştir. Bu durumdan hayvanların muzdarip olduğu çok bellidir. Son günlerde yaşanan yaban domuzlarının İstanbul Boğazı’nda görülmesi olayı, yerinden yurdundan edilen canlıların dramıdır aslında. Bu koşullarda yaşamaya zorlanmak hayvanlar açısından katlanılmaz, ölümcül olmaktadır. Bu hayvanlar türlerinin kaybolmasıyla karşı karşıyadır. Böyle bir algının yer aldığı, egemen olduğu yaşam içerisinde de insanın kendine ve doğaya yabancılaşması kaçınılmazdır. Tam da bu noktada hayvan hakları savunuculuğunun ‘insan hakları varken şimdi sırası mı’ şeklindeki eleştirilerin de ne kadar haksız ve yersiz olduğu ortadadır. Bu bağlamda, Gaziantep Barosu olarak açıkça hayvan hakları ihlâllerinden olan, sokak hayvanlarına uygulanan her türlü mezalime, hayvanların deneylerde kullanılmasına, hayvanlı sirklere, yunus parklarına, hayvanat bahçelerine karşı olduğumuzu bildiriyoruz.” ifadelerine yer vermesini oldukça anlamlı buluyorum. Hele ki birçok hayvansever, dernek başkanı, kendisine hayvan korumacı veya hayvan hakları savunucusu diyen insan, hayvanların sömürüldüğü, eğlence malzemesi yapıldığı, katledildiği birçok hak ihlâline ısrarla sesini çıkarmamak için hâlâ direnirken; hatta hayvanlı sirkleri birer “sanat”, hayvanat bahçelerini birer “koruma alanı”, yunus parklarını ise “masum yerler” olarak tanımlarken, bir baro başkanının, hayvanların sömürüldüğü, katledildiği, alay konusu yapıldığı, kesilip biçildiği yerlere istisnasız bir şekilde karşı olduğunu, bir baro adına açık bir şekilde beyan edebilmesi, kesinlikle anlamlı ve değerlidir.
Baronun komisyon başkanı Av. Naile Uzun’un da “Kadına bakış açısı neyse, hayvana yönelik bakış açısı da aynıdır; nesneleştirmektir, ötekileştirmektir. Erkek egemen sistemin egemenlik ve iktidar arayışında kendi bedeni dışında diğer bedenleri ihtiyaç nesnesi haline getirmesinin bir sonucudur. Bunu da görmediğimiz ve bu iktidar anlayışını sorgulamadığımız takdirde ‘hayvana yönelik şiddet, kadına yönelik şiddet’ der dururuz” açıklamasını da oldukça değerli buluyorum. Çünkü birçok toplumsal hareket, hâlâ kadın düşmanlığı yapmaktan, kadın bedeni üzerinden kirli bir siyaset yapmaktan, kendi içindeki cinsiyetçiliği görmezden gelmekten kendini alamıyor. Hayvanlar ve onların hakları için toplanmış bir kurultayda, bunun dile getirilmesi kesinlikle çok önemli ve dünyadaki hayvan hakları/özgürlüğü hareketinde çok yeni olmasa da Türkiye’de yeni bir argüman olarak karşımıza çıkan; toplumsal cinsiyet konusunda, cinsiyetçilik ve türcülük arasındaki bağlantılar açısından hayvan sömürüsünün işaret edilmesi ve bunun dillendirilmesi, bazı kesimleri rahatsız etse de bu sorunsal, su götürmez bir gerçeklik olarak sürekli karşımıza çıkıyor.
Kurultaya katılan İstanbul Milletvekili Melda Onur da yaptığı açılış konuşmasında “Artık şu anlayışın yeni siyasette yeri yok. İşte insanların hakları, sorunları var; onlar çözülsün, daha sonra hayvanlara bakarız ya da şu erkeklerin sorunlarını çözelim, sonra kadınlara, engellilere, hayvanlara, LGBT’lere bakarız. Öyle bir şey yok. Herkesin sorununu paralel çözeceğiz. Çünkü insanların sorunları bitmez, diğer sorunlar da bunları beklemez.” ifadelerine yer verdi ki aslında yıllardan beri bir gereklilik olarak beliren bir konuyu işaret etti. Evet, haklar konusunda hiyerarşik bir sıralama yaptığımız zaman, haklara bütüncül bir bakış açısı ile yaklaşmadığımız zaman, onu, bunu, diğerini ötelemiş, yok saymış oluyoruz ve harcanabilir, tüketilebilir bir hale getiriyoruz ve nesneleştiriyoruz. Bu bakış açısı terk edilmediği sürece ne hayvan ne insan ne de doğa özgürleşebilecek.
Kurultaydaki açılış konuşmamda ben de hiçbir devletin, hayvanlara doğuştan, varoluştan gelen haklarını teslim etmediğine; resmî otoritelerin yürürlüğe koyduğu ulusal mevzuat yardımı ile hayvan düşmanı uygulamaları ne şekilde legalize ederek olumladığına ve desteklediğine dikkat çekmeye çalıştım. Refahçı yöntemler ile, hayvan haklarının ve hayvan yaşamının değil, insan menfaatinin korunduğunu, gözetildiğini vurgulayarak, dünyadan, hayvanlarla ilgili, hayvanların hukukî statüleri, cezaî yaptırımlar ve hayvana bakış açısı, yaklaşımlar ile ilgili farklı örnekler vermeye çabaladım, dilim döndüğünce…
Kurultayda, hayvan dövüşleri, avcılık, Türkiye’nin farklı yörelerinde yaşanan hayvan hakları ihlâlleri ve bunlara dair alınabilecek tedbir ve çözüm önerilerinin yanı sıra, yaban hayatı, hayvancılık endüstrisinde yaşam hakları gasp edilen, katledilen hayvanlar, eğlence sektöründe ufalanan hayvanlar hakkında bir dizi tartışma ortamı oluştu ve çeşitli sunumlar yapıldı.
Kurultaya, ev sahibi Gaziantep Barosu ile birlikte, Türkiye’nin farklı bölgelerinden 16 baro (Adana, Ankara, Antalya, Antep, Aydın, Bursa, Eskişehir, Hatay, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kocaeli, Maraş, Mersin, Sakarya ve Şırnak) katılım sağlarken, birkaç barodan kurultaya ilk kez katılan yeni hukukçuları görmek de yine bir umut kaynağı oldu. Kurultaya Şırnak Barosu’ndan katılan avukat arkadaşın, bölgede yoğun şekilde kullanılan, hatta maalesef gündelik hayatın bir parçası haline gelen biber gazı kullanımının insanları etkilediği kadar hayvanları da etkilediğini dile getirmesi ve yasaklanması gerektiğini söylemesi, yine bir ilk oldu diyebiliriz.
Ayrıca, bu kurultay dahilindeki yemekte, yemeklerin vegan ve vejetaryen olması da Gaziantep Barosu’nun ilkesel olarak duruşunu ortaya koymuş oldu. Benim için aslında bir gereklilik ve duruş meselesi olan bu konuya hassasiyetlerinden, kendilerine bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
Kurultaya katılan, hayvan hakları mücadelesi için bizlere umut veren tüm hukukçulara teşekkür ediyor, çıtanın daha da yükselmesini temenni ediyorum.
Burak Özgüner

