(BurHak Burs Koordinatörü Cansu Özge Özmen, Cansu Erginkoç ile konuştu.)
Hayvanlara şiddet görüntüleri ne ifade ediyor? Doç. Dr. Özmen, “Sokak hayvanlarının varlıkları bize toplumsal dayanışma ruhunun ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Bu ruhu kaybettiğinizde yalnızlaşıyorsunuz” derken TPD Üyesi Buğa, “Sokak hayvanları bize şefkat, empati ve sorumluluk gibi değerleri hatırlatarak çevreyi daha sıcak ve anlamlı kılar. Bu canlıların uzaklaştırılması, çevrenin ruhsuz ve mekanik bir yer haline geldiği hissiyle bireylerde boşluk hissi yaratabilir” uyarısında bulundu.
Cansu Erginkoç
Gazeteciler Cemiyeti Yayın Organı – www.24saatgazetesi.com
2024 yılı hafızalarımızdan silinmeyecek pek çok toplumsal olaya sahne oldu şüphesiz. Kadın cinayetleri, çocuk istismarı, işçi grevleri derken bu yıl içinde bir de sokakta yaşayan hayvanların toplatılıp “ötenazi” yoluyla belediyeler tarafından öldürülmesi gündeme geldi. Hayvansever ve hayvan hakları savunucularının tüm çabalarına rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla 17 maddelik “Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” 30 Temmuz 2024’de Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı.
2004 yılında yürürlüğe giren “Hayvanları Koruma Yasası”na ilişkin aslında hayvan hakları savunucuları, yıllardır hayvanların yaşam koşullarının iyileştirilmesi, sokakta yaşayan hayvanların “kısırlaştır, aşıla, yerinde yaşat” sistemiyle nüfus kontrolünün sağlanmasına yönelik beklentilerini sıklıkla gündeme getirdiyse de yasada herhangi bir değişiklik yaşanmadı. Ta ki, sokakta yaşayan hayvanların başta çocuklar olmak üzere halk güvenliği ve sağlığı üzerinde bir tehdit oluşturduğu iddiası, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirelene dek. Yasanın yürürlüğe girmesiyle beraber, toplatılmalara veteriner hekimler, halk sağlığı uzmanları tarafından kalıcı bir çözüm olmadığı yönünde itirazlar yapıldıysa da bu itirazlar dikkate alınmadı, toplamalar başladı.
2022 yılında Konya Büyükşehir Belediyesi Hayvan Rehabilitasyon Merkezi’nde bir köpeğin kürekle öldürüldüğünü tüm ülke görmüş, kamuoyu tepkisiyle beraber barınak görevlileri tutuklanmıştı. Halihazırda barınak gerçeklerini ortaya koyan bu görüntülere rağmen yasada ısrar eden iktidar bloğuna, muhalefet partilerinin yönetimindeki belediyeler de katıldı. Konya gibi, Konya’da yaşananlara benzer görüntüler birer birer hayvan hakları savunucuları tarafından ifşa edildi. Bugünlerde hâlâ Ankara’da Mamak Belediyesi’nde köpeklerin birbirini yediği barınak önünde adalet nöbeti sürüyor… Neredeyse, partisi fark etmeksizin her belediyeden hayvanların yaşamsal, sağlık, beslenme koşullarına ilişkin korkunç görüntüler ise her yerde.
Münferit, halkın yalnızca bir kesimini, iktidarın “elit marjinaller” olarak değerlendirdiği yaşam hakkı savunucularını ilgilendirdiği düşünülen, ardı arkası kesilmeyen bu yaşananların, çocuklar dahil herkesi tetiklemesi olası şiddet görüntülerinin ortaya dökülmesi “halk sağlığı” açısından ne ifade ediyor?
Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim üyesi, BurHak Koordinatörü Doç. Dr. Cansu Özge Özmen ile şiddet görüntülerini, Türk Psikologlar Derneği (TPD) Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Duygu Buğa ile de sokaktaki hayvanlara yönelik yasa değişikliğinin toplumun ruh sağlığı ve çevre psikolojisi açısından ilişkisini konuştuk.
Kayseri’de tarihi eser niteliği taşıyan 241 sikke ve 87 obje ele geçirildi
[Sokak hayvanlarının] varlıkları toplumsal dayanışma ruhunun ne kadar güçlü olduğunu da belirliyor. Bu ruhu kaybettiğinizde de giderek yalnızlaşıyorsunuz.
Yukarıda söz ettiğimiz, aslında her gün ana akımda yer almasa da gerek muhalif basın gerek sosyal medya üzerinden tanıklık ettiğimiz sokak hayvanlarının zorla toplatılmasına ilişkin “Sokak hayvanlarının toplatılması gibi uygulamalar kent kültürünü ve toplumsal dokuyu nasıl etkiler? Bu tür değişimler, kentlilerin kolektif kimliğinde ve yaşam alanlarına bakışında ne tür dönüşümler yaratabilir? sorumuzu İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim üyesi, BurHak Koordinatörü Doç. Dr. Özmen şöyle yanıtlıyor:
“1990’larda yaşayanların çok yakından bildiği üzere sokak hayvanlarının toplatılması ya da öldürülmesi -ki ülkemizde ikisi genelde aynı anlama geldi hep- toplumsal ve bireysel düzeylerde bir travma yaratıyor. Tabii ki bu travmanın herkes üzerinde aynı derinlikte yaratıldığını söyleyemeyiz. Ancak, herkes bu şiddet biçimine maruz kalıyor ve ister istemez bunun sonucunda olumsuz yönde dönüşüyor. Sokak hayvanlarının yaşam haklarının tanınmaması ve onların varlığına dair hoşgörüsüzlüğü toplumun farklılığa dair hoşgörü sınırından ayrı bir biçimde düşünmek isteyebiliriz ama sokak hayvanları her gün bize dayanışma ruhunun gerekliliğini hatırlatan ögeler. Bu açıdan varlıkları toplumsal dayanışma ruhunun ne kadar güçlü olduğunu da belirliyor. Bu ruhu kaybettiğinizde de giderek yalnızlaşıyorsunuz.”
Doç. Dr. Özmen, önce sokakta yaşayan hayvanlara yönelik hoşgörüsüzlüğün sırayla diğer “zayıf halkalara” yönelebileceğini hatırlatıyor bize. Bu konu özelinde sokakta yaşamak zorunda bırakılan çocuklar da başta olmak üzere kadınlar, LGBTİ+lar, göçmenlerin de hedef haline gelebileceğini düşünmek hiç de zor değil. Özmen, “İşimize yaramayan her şeyi yok edecek gücümüz var. Bu gücü kullanıp kendimizden başka hiç kimseye yaşam hakkı tanımayan despot, acımasız ve aşırı sıkıcı bir tür haline geldik. Potansiyel tehlikeler konusunda aşırı seçici ve ayırımcı davranıyor, değirmenlerle tuhaf savaşlara giriyor ve her seferinde hem kendi değerlerimizi hem de hissedebilen canlıların haklarını ihlal ediyoruz” diyor.
“Tüm köpekler tehdit, yaşam hakkı savunucuları ittapar, köpeklerin öldürülmesini istemeyen ancak korkanlar da katil addedildi”
Hayvan haklarına ilişkin mevcut yasada değişiklikler yapılması yönündeki tartışma yeni olmamakla birlikte yoğun bir biçimde gündeme gelmesiyle beraber toplumsal kutuplaşmada yeni bir zemin daha yarattığı aşikâr. Sosyal medya, bir nevi toplumumuzun “yeni agorası” üzerinden pek çok ikiliğe şahit olduk. Hayvan hakları savunucuları ile uygulamayı destekleyenler arasında yaşanan çatışmalara ilişkin Doç. Dr. Özmen’in de gözlemi, bu savı destekliyor:
“Tarih boyunca insanlar kutuplaşmaya, yönetenler de her türlü gruptan düşman yaratıp yönetilenlerin öfkesini yönlendirmeye çok meraklılar. Belli ki taraf olup bir kimliği pekiştirmek ve öfkemizi yönlendirmekten bizim de devşirdiğimiz çıkarlarımız var. Bu dönemde hayvan hakları savunucuları olarak biz de gerçekçi ve bilimsel yöntemleri savunurken etik değerlerimizden çok fazla ödün verdik. Köpekleri toplamanın insanlar için de uzun vadede zararlı olacağını, liminal dediğimiz türler ve yaban hayvanlarıyla aramızda tampon oluşturduklarını, nüfus kontrolünün nasıl sağlanabileceğini anlattık. Karşımızda bilimsel verilerin ikna edebileceği bir muhatap varmış gibi davrandık. Maalesef yoktu. Belki de sadece eşit yaşam hakkından söz etmeliydik. En nihayetinde kimsenin kimseyi dinlemediği, girişimlerin zaten gerekçeleri konusunda şeffaf olmadığı için karşı argümanların da hiçe sayıldığı bir çözümsüzlüğe hapsolduk. Toplumda yarattığı en önemli refleks de genellemeler ve tahammülsüzlük oldu. Köpekleri bir sorun olarak görenler, köpeklerin kendisi, köpeklerin yaşam hakkını savunanlar, hepsi bir genellemeye sıkıştırıldı. Tüm köpekler tehdit, yaşam hakkı savunucuları ittapar, köpeklerin öldürülmesini istemeyen ancak korkanlar da katil addedildi. Bu sürecin en çok zarar gören grubu da maalesef köpekler oldu.”
Hayvanların acısına bakmak
Bu bölüme Adorno’dan bir alıntıyla giriş yapmak istiyorum: “Auschwitz, Bir İnsan Mezbahaya Bakıp: Ama Onlar Hayvan Dediği Zaman Başlar.” Doç. Dr. Özmen’e son sorum bu “bakış”la ilgili çünkü. Ya da bakamayış…
–Toplama sürecinde sosyal medyada yayılan barınak görüntüleri veya toplama anlarına dair şiddet içerikli görüntüler, toplumsal algıyı ve tepkileri nasıl şekillendiriyor? Bu tür görsellerin, kamuoyu üzerinde yaratabileceği olumlu ve olumsuz etkiler nelerdir?
-Öncelikle, bugün karşımıza çıkan toplama ve korkunç barınak görüntüleri ilk defa gerçekleşen trajedileri yansıtmıyor. Aleni ya da kapalı kapılar ardında bu pratikler on yıllardır ülkemizde gerçekleşiyordu. 10 sene önce bazı il ve ilçe barınaklarında ne oluyorsa bugün Altındağ’da ya da Mamak’ta da o oluyor. Yasanın belki de yasa yapıcıların çıkarına olmayan bir sonucu, bu olayların çok daha fazla kayıt altına alınması ve yayınlanması oldu. Kamuoyundaki etkisini ölçmek zor. Bizi harekete mi geçiriyorlar yoksa kanıksamamıza mı neden oluyorlar, bilmiyorum. Ama şeffaflık açısından -yani zorla ulaşılan bir şeffaflık- olumlu bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz. Bu ülkede köpekler on yıllardır farklı şekillerde katlediliyor. On yıllardır gönüllüler belediyelerin görevlerini üstleniyor. On yıllarca barınaklar çalışanlar için bir sürgün yeri olarak kullanıldı ve hayvanlarla ilgili hiçbir yeterliliği olmayan insanlar keyfi bir şekilde buralara sürüldü. Ciddi boyutta bir iş bilmezlik söz konusu. Şimdi yasa değişikliği sonrasında bu iş bilmezliğe bir de pişkinlik eklenmiş oldu. İş bilmezlik ve cezasızlık bir araya geldiğinde ölümcül bir kombinasyon ortaya çıkıyor.
“Hayvan satın alıyorsanız hayvan öldürüyorsunuz”
Tek umudum insanların hayvan satışı konusunda fikirlerinin bu görüntüler sonucunda bir nebze değişmesi ve eylemlerinin sonucunda kimlerin ve ne şekilde ölümlerine sebep olduklarını görebilmeleri. Hayvan satın alıyorsanız hayvan öldürüyorsunuz. Bunu reddetmek artık imkânsız. Köpek bakmak istediğinizde, ağzı burnu şu şekilde olsun, tüyleri kıvırcık olsun gibi kriterleriniz, köpek bakmaya koltuk örtüsü seçer gibi yaklaşımınız birilerini öldürüyor. Koltuk örtünüzü seçme hakkınız var ama hayır, köpekler domates değil ve bir zahmet biraz toplumsal sorumluluk alacaksınız. Yoksa, Mamak’ta tel örgüden kaçarken ayağı sıkışıp, baş aşağı kim bilir kaç gün çırpındıktan, aklımızın alamayacağı acılar çektikten sonra nihayet ruhunu teslim eden köpeğin ölümünde parmağınız var demektir. Köpek satanlara ve alanlara artık sıfır tolerans göstermemiz gerekiyor.
Bu yazıda konuyu Özmen’den aldığımız görüşlere ek olarak bir de çevre psikolojisi ya da ekopsikoloji[1] perspektifinden ele almak istiyoruz. Konuya ilişkin sorularımızı Türk Psikologlar Derneği (TPD) Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Duygu Buğa yanıtladı.
“İnsanlar, diğer insanlarla olduğu kadar doğayla ve diğer canlılarla kurdukları ilişkiler üzerinden de toplumsal değerlerini, duygusal bağlarını ve davranış biçimlerini geliştirirler.”
-Çevre psikolojisi açısından, sokak hayvanlarının varlığının toplumun kolektif bilinci üzerindeki etkisi nedir?
-Çevre, insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca karşılıklı etkileşim içinde oldukları; fiziksel, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel unsurları kapsayan bir bütün olarak tanımlanabilir. Bu tanım, yalnızca bireylerin yaşam alanlarını değil, aynı zamanda kolektif bilincin şekillendiği dinamik bir zemini ifade eder. İnsanlar, diğer insanlarla olduğu kadar doğayla ve diğer canlılarla kurdukları ilişkiler üzerinden de toplumsal değerlerini, duygusal bağlarını ve davranış biçimlerini geliştirirler.
Sokak hayvanlarının, bu çok yönlü etkileşimlerin merkezinde anlamlı bir yeri bulunmaktadır. Sokak hayvanları, bir yandan doğanın çeşitliliğini ve ekolojik dengeyi temsil ederken, diğer yandan bireylerin empati, yardımlaşma ve toplumsal duyarlılık gibi insani değerlerini harekete geçirir. Dolayısıyla, çevre psikolojisi perspektifinden değerlendirildiğinde, bu hayvanlar sadece fiziksel çevrenin bir unsuru olarak değil, aynı zamanda insanların sosyal ve duygusal dünyasında yankı bulan canlılar olarak değerlendirilmelidir.
“Bireylerin iç dünyasında derin bir boşluk ve aidiyetsizlik hissi yaratabilir.”
Buğa, sokakta yaşayan hayvanların toplatılmasının yalnızca kediler ve/veya köpekler için “ölümcül” etkilerinin olmasının yanı sıra toplumun psikolojisi açısından etkileri olabileceğinin de altını çiziyor.
-Sokakta yaşayan hayvanların toplatılması gibi çevresel değişiklikler, toplumun genel ruh halini ve günlük yaşam alışkanlıklarını nasıl etkiler?
-Bu durum, insanların çevrelerini anlamlı, yaşanabilir ve samimi bir alan olarak algılamalarını sağlayan doğayla kurdukları bağı derinden zayıflatabilir. Sokak hayvanlarının varlığı, insanlara her gün şefkat, empati ve sorumluluk gibi insani değerleri hatırlatarak çevreyi bir yaşam alanı olarak daha sıcak ve anlamlı kılar. Ancak, bu canlıların uzaklaştırılması, çevrenin ruhsuz, mekanik ve yalnız bir yer haline geldiği hissini güçlendirerek bireylerin iç dünyasında derin bir boşluk ve aidiyetsizlik hissi yaratabilir.
“Diğer canlıların güvende olmadığı, kamusal alanların korku ve güvensizlikle anıldığı bir ortam, bireylerin özgürce hareket edebildiği, birlikte yaşayabildiği bir dünyanın yok olmasına neden olabilir.”
-Bu tür uygulamalar şehirde yaşayan bireylerde güvenlik algısını nasıl şekillendirir? İnsanların kamusal alanlarla ilişkisi nasıl değişir?
-Bu durum, insanların kendilerini ve sevdiklerini güvende hissettikleri bir dünyayı da beraberinde yok edecektir. Bu tür uygulamalar, şehirde yaşayan bireylerin güvenlik algısını derinden etkiler ve kamusal alanlarla kurulan ilişkiyi dönüştürür. İnsanlar, güvenlik duygusunun zedelendiği bir ortamda, kamusal alanları daha az kullanma eğilimine girebilir veya bu alanlara karşı mesafeli bir tutum geliştirebilir. Bu durum, bireylerin şehirle olan bağlarını zayıflatırken toplumsal yaşamı da olumsuz etkiler.
Diğer canlıların güvende olmadığı, kamusal alanların korku ve güvensizlikle anıldığı bir ortam, bireylerin özgürce hareket edebildiği, birlikte yaşayabildiği bir dünyanın yok olmasına neden olabilir. Güven ve huzurun yerini belirsizlik ve kaygı aldığında, bireylerin hem kendileriyle hem de toplumla olan ilişkileri köklü bir şekilde değişir.
Özmen’e sorduğum soruyu Duygu Buğa’ya da yeniliyorum. Çünkü şiddet görüntülerinin yaygınlaşmasının toplumsal psikolojideki etkisi aslında savaş fotoğrafçılığının tarihi kadar eski bir tartışma. Barınaklardan ve toplamalardan gelen görüntülerin de savaşlarda gördüklerimizden geri kalır yanı yok nitekim…
“Şiddet normalleştikçe, hedeflerin çeşitlendiği bir süreç başlar. Bu, hayvana yönelik şiddetle başlar ve zamanla insandışılaştırma sürecinin ilk basamağını oluşturur.”
Vahşet ve şiddet içeren durumların görünür hale gelmesi, toplumsal psikolojiyi derinden etkileyen bir dizi mekanizmanın harekete geçmesine yol açar. Bu görüntüler, bireyler arasında empati ve merhamet duygularının zayıflamasına ve bir süre sonra duyarsızlaşmaya yol açabilir. Şiddet normalleştikçe, hedeflerin çeşitlendiği bir süreç başlar. Bu, hayvana yönelik şiddetle başlar ve zamanla insandışılaştırma sürecinin ilk basamağını oluşturur. Şiddetin hedefi, insanın değerini sorgulamaya kadar ilerler. Bu noktada, şiddet, toplumun dokusunda yerleşir ve zamanla daha geniş kesimleri hedef alır. Sonuç olarak, hayvanlara yönelik şiddetin görünür hale gelmesi, yalnızca hayvanları değil, tüm toplumu etkileyen daha büyük bir sorunun habercisidir.
Bu yazı yayınlanırken de yazılırken de sokaktaki hayvanların can güvenliği tehlikede olmaya devam etti, devam edecek gibi de görünüyor. Pek çok hayvan hakları savunucusu inisiyatif de gönüllü arayışını sürdürüyor. Eğer mahalle sakinlerinizin can güvenliğinden siz de endişe ediyorsanız Yaşam için Yasa İnisiyatifi, BurHak gibi yıllardır hayvanlar için canla başla çalışanlara destek olabilirsiniz…
[1] Amerikalı düşünür Theodore Roszak’a göre ekopsikoloji, insan psikolojisi ile doğa arasındaki bağı araştırarak, bireysel ve toplumsal iyileşmeyi çevresel sorumlulukla bütünleştiren bir yaklaşımdır.
EDİTÖR: Web Editör